21 Mayıs 2012, saat 7:30...
Son dört haftayı kaçırmayayım dedim :) İstanbul'da merhaba dedim herkese :) Dört hafta erken... İnsanın başına ne gelirse meraktan demişler ya... Niyeyse herkes tıpkı benim gibi pek meraklıydı beni görmeye... Ama yüzüm yerime ayaklarıma bakıyordu herkes... Bir yamukluk var bu işte ama anlarız bakalım dedim...
Son dört haftayı kaçırmayayım dedim :) İstanbul'da merhaba dedim herkese :) Dört hafta erken... İnsanın başına ne gelirse meraktan demişler ya... Niyeyse herkes tıpkı benim gibi pek meraklıydı beni görmeye... Ama yüzüm yerime ayaklarıma bakıyordu herkes... Bir yamukluk var bu işte ama anlarız bakalım dedim...
Anladım anladım, yamukluk sağ ayağımda imiş... Annemi Can Abi'ye anlatırken duydum: ben doğarken şaka yapmışım, ayağımı bööööyle içe doğru tutmuşum... O kadar uzun süre tutmuşum ki artık düz duramaz olmuş... Clubfoot deniyormuş buna, golf sopasına benzediği için.
Bir ses kulağımda sürekli 'Başka birşeyi yok değil mi? Emin misiniz? Başka doktora da göstersek mi?' deyip duruyodu... İşte yine aynı kadın... O karanlık yerde geçirdiğim 36 haftanın 16'sında sızlanıp durduğu yetmedi burada da buldu beni... Annemmiş meğer :) Anne anla artık! Buradayım işte, yamuk mamuk ama tastamam... Hem düzelir diyorlar baksana :) Üstelik pek kolaymış düzeltmek... Ayşegül Teyze'ye (Dr. Ayşegül Bursalı) gidermişiz, o hemen sarıp sarmalarmış... Birkaç haftada işi çözermiş. Sonrası bot giymekle hallolurmuş...
Yahu bu iş anlatıldığı kadar da kolay değilmiş aslında. Ben ağlarım anam ağlar, ilk alçıda tüm aile ağladık! Bir zor geldi bana, ayağımı büktüler, çektiler, ittiler derken beyaz ve ıslak bir kabukla beni eve yolladılar. Kurusun diye kaç saat saç kurutma makinesi tuttu bizimkiler tahmin edemezsiniz... Neyse kuruyunca biraz daha rahat oldu... Tek sorun bazen çişim bezin arasından kaçıyor... Hem 10 günlüğüm daha, hem de normalden de küçüğüm ne yapalım... Ben ıslatıyorum, evdekiler kurutuyor. Zaten dört gün sonra değişecekmiş bu alçılar... Tek sorun kokuya katlanmak...
Bir alçıdan diğerine koşarken bizimkiler beni sirkeye yatırıp durdular. En iyi turşunun sirkeyle olduğu doğruymuş. Amaç alçının ıslanması imiş. Böylece daha rahat açılırmış. Evdeki koku hala burnumda... Sonuç: Kemal Kükrer büüyüüüük adam gerçekten de :)
Birkaç alçıdan sonraki durumum aşağıda! Kim der ki bu ayaklar yamuktu daha 20 gün önce diye! Annem ben 30 yıl sonra bile derim diyor :)
Bir alçı açma öncesi Kemal Kükrer ve ben... Tarifi kolay: çiçek sulama spreylerine yarı yarıya ılık su ve Kemal Kükrer üzüm sirkesi karıştırıp alçılara fıslıyorsun. Sonra doktora gitmek için yola çıkarken ıslatılmış havluya sarıyorsun, onu da buzdolabı poşetine geçiriyorsun. 2 saat sonra alçıyı bakışlarına bile açabilirsin :) Ama bu kadar süre ıslak kalmak gaz olarak sana geri dönecektir, tecrübeyle sabit!
Ve işte tedavinin tamamlanmış hali... Bundan sonra iş özel demirli ayakkabılarla bu hali korumada... Alçıdan sonra ne kadar zor olabilir ki diyorsan kesinlikle yanılıyorsun...
Ben modaya önce aşağıdaki botlarla başladım. Bu modelde alttaki demir sabit, bir ayağı giyince diğerini 60 derecelik açıyla oturtman gerekiyor! Öyle her babayiğidin harcı değil, hafife alma... Hepsini yaptı bizimkiler, ayakkabı vurmasın diye buldukları tüm çorapları da aldılar ama topuklarım hafiften su toplamaya başlayınca ayakkabılara ara verdik. İşin kötü yanı ayaklarım hızla düzeldi ya, aynı hızla geri dönermiş iyi mi... Annem yine ağlıyor, biri bu kadını sakinleştirsin artık!
Neyse, uzun lafın kısası eski botları bizimkiler beceremeyince taaa uzaklardan aşağıdaki botlar geldi... Annem nur bulmuş hacı gibi geziyor ortalıkta, zira bu botların demiri alttan klipsli... Böylelikle rahatlıkla giydirip çıkartabiliyorlar. Zaten 23 saat ayağımda bunlar, çıktı mı da doğruca banyoya... Yok böyle bir rahatlık... Abim bile beni kucağına aldı ama hala alışamadı galiba bu bot işine :)
Ama hakikaten rahatmış bu botlar! Urla'da Onur Abi'lerin evinde sızmışım denize karşı... kim takar bot falan...
Uçağa bile bindim inanmazsınız, gerçi bebek yatağına sığmadı benim botlar ama yastık-mastık idare ettik işte...
Ama çok kararlıyım botlar konusunda! RSV denen bir virus musallat oldu uçakta, yolculuktan sonra 5 gün hastanede yattım... Serum taktılar ama ben yine de çıkarmadım botları... Günü gelince azalacakmış giyeceğim süre, sabırlı olmak gerek :)
Ve sonunda 20 saate indi bot giyme sürem... Nasıl bir güzel birşeymiş şu ÖZGÜRLÜK dedikleri!!!
Botlar biraz işi zorlaştırıyor ama azimle devam ediyorum yola! 6 aylıkken dönenmeye başladım, 7 aylıkken emekleme günlerim geldi. Can Abi'min peşindeyim bütün gün...
Dediler ki kumda yürümek iyiymiş bu yamuk ayaklar için, annem bulduğu her fırsatta kuma atıyor beni. Bense yürümek yerine yemeyi tercih ediyorum. Tadı fena değilmiş :)
Ve sonunda 11 aya yaklaşırken kendi başıma tutunarak dik durmaya başladım. Eğlenceliymiş dünyaya yukarıdan bakmak...
Bu arada bot giyme sürem de günde 12 saate indi ama geceleri 12 saat uyumadığım için hem gündüz hem de gece uykumda takıyorum. Uyumak bazen sorun oluyor bu demirle ama bir şekil dalıyorum sonunda...
Ve parkta beni sorup duruyorlar artık :) Bilenler ayaklarımın nasıl da düzeldiğini konuşuyor sürekli, bilmeyenlerse sağ ayağımın soldan küçük olmasına gülüyorlar. Annem henüz ayakkabı almaya başlamadıkları için birşey demiyor ama bir müddet sonra her ayakkabıdan 2 farklı numara almaya başlayınca bu duruma bir sponsor bulmamız gerektiğini düşünüyor...